main_02.jpg

b02.gif

ANA SAYFA
MiYENDiS'iN DÜNYASI
FAHRi'NiN DÜNYASI
FAHRi CUMHURiYETi
YEDiK-iÇTiK-GÖRDÜK
KALEMiMiZ DE PEK KANLIYMIS...
SPOR STÜDYOSU
TÜRKiYE'Yi KURTARIYORUZ...
BiZ YAPTIK, OLDU...
TÜYO VERiYORUZ...
KAZIK YEMEYiN..!
GICIGIZ...
ÖZDE "ENTEL" DEGiLiZ...
iTiRAF EDiYORUZ..!
BiZ "O" OLSAYDIK...
LiNK'O LiNK'O SiSELER...
iPLiGiMiZi PAZARA ÇIKARIYORUZ..!
SEVGiLi GÜNLÜK...
FOTO NEJAT
ARKA SAYFA
SORUYORUZ.?!
NE DiYOSUUN..?
pic-1.jpg

atom_1.gif

atom_2.gif

 

      Bizim hakkımızda herşey...

atom.gif

BU OKUL BİTMEZ..!

İkinci Bölüm

Hava iyice kararmış, manzaradaki çıplak ağaçların arasından boğazda gezen teknelerin ışıkları görünüyordu. İlk aylarda onları büyüleyen, şimdi ise pek bir şey ifade etmeyen bir görüntüydü bu. Üç adet hayattan bezmiş adam ellerinde bira kutularıyla bankların üzerinde zaman öldürüyorlardı. Özkan Taksim’e gitmeyi istemiş, ama olumlu yanıt alamayınca ailesinin yeni gönderdiği aylıktan ayırdığı onlukla kalite bir kırmızı Doluca almıştı kendine, biradan önce içmek için. Yine kediler dolanıyordu etraflarında. İki bank ötede kızlı erkekli bir grup, kahkahalar atıyorlardı, bir şey de içmiyorlardı halbuki. Ama bizimkiler zil zurna sarhoş olana kadar içseler de bu kadar neşeli olamazlardı hiçbir zaman. Mete yine son oynadığı oyunları en ince detayına kadar anlatıp bezdirdi diğer ikisini. Özkan bilgisayar almayı planlıyordu önümüzdeki ay. Başkasının odasında film izlemekten bıkmıştı. Bunun için bir zamanlar öğrenmek gayesiyle aldığı akustik gitarı da satacaktı. Bizimki ise ne oyundan ne filmden zevk alır olmuştu. Tek yaptığı evde 37 ekran televizyonunda gece yarısına kadar dizileri izlemek, bir de Ahmet’ten kalan mizah dergilerine göz gezdirmekti. İçki içmekten bile fazla zevk almıyordu aslında. O yüzden yavaş içiyordu. Diğer ikisi odalarına doğru hareket ettiğinde saat 1’e geliyordu. Mete gene bilgisayarın başına oturacaktı belli. Özkan yine şarabı fazla kaçırmış, sallanarak yürüyordu. “İstersen bende de kalabilirsin” dedi.

 

“Sağol abi biz Meteyle iyiyiz, kıç kıça yatıyoruz, alıştık.”

 

Yine Mete’de kalacaktı. Aynı yatakta, sırt sırta. Başka yatak yoktu ki zaten. Bu saatten sonra eve de gidemezdi. Taksiyle Mecidiyeköy’e gece tarifesi. Aslında Hisarüstü’nde tutacaktı evi, Ahmet’le tanışmasaydı. Ev arkadaşı gitmiş, yerine adam arıyordu Ahmet. Kira’nın üçte birini istiyordu sadece. Büyük oda onundu çünkü. Bizimki düşünmeden kabul etti, babasına biraz yüzü tutacaktı böylece. Yurt hayatından da bıkmıştı zaten. Altı kişi bir odada, ortalığı pislik götürüyor, masanın üstünde küllerden tepecikler oluşmuş, sabaha kadar gürültü. Yurtta çoğu zaman kafaya wolkmeni takıyor, müzik dinlerken uyuyakalıyordu. Şimdi en azından sessizlik ve huzur hakimdi eve. Tabii Ahmet’in arkadaşlarını eve getirmediği zamanlarda.

 

Kalan birasını da içip odaya çıktığında tahmin ettiğinin aksine Mete bilgisayar başında değildi. Koridordan gelen loş ışıkta odaya şöyle bir göz gezdirdi, odada kimse yoktu. Yanlış odaya gelmediğini de biliyordu, çünkü Mete’nin çok sevdiği şarkıcının posteri duvarda asılıydı. Bu durumu merak etti etmesine de, iki gündür uyku uyumamıştı ve boş yatağı da görünce daha fazla dayanamadı. Sadece ayakkabılarını çıkarıp yattı. Giysileriyle uyumaya alışıktı. Mete birazdan gelir ve yatakta yer açmasını isterdi zaten. Kapalı pencerenin altından giren rüzgar masanın üzerinden kül kokusu getiriyordu burnuna. Oldum olası sevmezdi kül kokusunu. Tekirdağ’daki evlerinde oturma odasında uyuyordu geceleri ve babasının küllükte bıraktığı izmaritlerin kokusu uyandırırdı onu kimi zaman. Aslında Tekirdağ için küçük bir ev sayılmazdı, ama dört kardeş iki odaya sığamıyorlardı bir türlü ve en büyükleri olarak o, kanepede yatıyordu. Çok da şikayetçi değildi bu durumdan, gece uyumadan önce televizyona bakıyor, eski Türk filmlerini izliyordu. Aynı bugünlerde Mecidiyeköy’deki odasında yaptığı gibi.

 

Odanın sessizliği onu yarı uykulu da olsa birşeyler düşünmeye itiyordu. Ne zaman gidecekti Tekirdağ’a, ya da gidecek miydi? Daha ne kadar oyalayabilirdi evdekileri? Yoksa geçen seneki gibi bu sene de kalkıp gelir miydi annesiyle babası? Gerçi annesi dönem başında gelmişti evi görmeye, ortalığı süpürüp temizlemeye. Bu sefer iki kişi, ve belki kardeşlerden biri de, İstanbul havası almaya takılacaktı peşlerine, bozacaktılar bizimkinin düzenini, rahatını. Bu kül kokusu da ne çekilmez şey, kalkıp külü dökecek hali de yok. Sırtını dönüp kafasını duvara verdi. Saat 2’yi geçiyordu.

 

Sabah hafif bir baş ağrısıyla uyandığında yanında kimse yoktu. Ama sandalyenin üzerinde Mete’nin gömleği duruyordu, demek ki Mete bir ara odaya gelmişti. Ne olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Adam başka odadan elemanlarla içmeye devam etmiş olabilirdi. Ya da “eski” kız arkadaşı Hande yine bir sinir krizi esnasında Mete’yi yanına çağırmış olabilirdi. Zaten oyun gibi bir ayrılıp, bir birleşiyorlardı. Mete belki de en yakın arkadaşı olmasına rağmen artık hiç ilgilenmiyordu bu konuyla. Tutulacak yanı kalmamıştı olayın. Yataktan doğrulup ayakkabılarını giydi. Kahve suyu ısıtmak için su ısıtıcısına yöneldi ama diğer yatakta yatan top sakallıyı görünce vazgeçti. Onu uyandırıp gözgöze gelmek istemiyordu. Montunu alıp odadan sessizce çıktı.

 

Yurt kapısındaki serin havayı içine çekti. Sabahları oldum olası severdi. Başlangıçlar her zaman bitişlerden daha çok hoşuna giderdi. Zor dönemlerin başlangıcı bile olsa. Okula ilk başladığı dönemdeki heyecanını hatırladı. Şu anda ayak bastığı güney meydana ilk gelişini. Büyülenmişti o gün. Kendi gibi İstanbul dışından gelenleri spor salonunda yatırmışlardı. Sabah herkesten önce kalkıp bütün kampüsü gezmişti. Oradan da Bebek’e inmişti, sahile. Bütün gün yürümüştü sahil boyunca. Her dönem başında yapıyordu bunu. Eşyalarını yurda bırakır bırakmaz soluğu Bebek’te alıyordu. Bir sigara yakıyordu hemen. Boğazdan geçen gemileri, tankerleri seyrediyordu. Kaçıncı sınıfa kadar sürmüştü bu?

 

Manzaraya doğru yürüdü. Kampüs artık iyice boşalmıştı, banklarda bir Allah’ın kulu yoktu. Sonra yanıldığını farketti. Biraz uzakta gözlüklü, beyaz kabanlı bir kız oturuyordu elinde kitaplarla. Sınava girecekmiş gibi endişeli bir hali vardı kızın. Tahminen sözel bir bölümde okuyordu: Felsefe, Tarih, ya da belki Sosyoloji. Her geçen gün daha çok özeniyordu bu bölümlere, nasıl olduklarını tam olarak bilmese de. Kendisi okuduğu mühendislikten hiç de beklediğini bulamamıştı. Belki de henüz çok az bölüm dersi almasıydı sebep. Şu matematiklerle fiziklerden bir türlü kurtulamamıştı. Bu dönem biteceğini umuyordu, ama finallerden sonra pek de ümidi kalmamıştı. Derslere girmek de, ders çalışmak da çok zor geliyordu. Zaten derse girdiği zaman gidip en arkaya oturuyordu. Hocanın anlattıklarını hiç mi hiç dinlemiyordu. Oysa ilk girdiği dersi hatırladı: Dersten önce gidip sınıfın önünde beklemişti, kapıdan içeri bakmıştı sonra sabırsızca, içerdeki hoca gülümsemişti ona. Aynı hoca onun dersine de girmişti. Sadece tahtada yazanları değil, hocanın ağzından çıkanları da not alıyordu. Hocanın sorduklarına bir kaç defa cevap vermişti hatta. Şimdi ise neredeyse hiç not tutmuyordu. Fotokopi notlardan da bir şey anlamıyordu. Sınavdan önceki gece çalışıyor, hiçbirşey anlamadıysa sınava girmiyordu bile. Bu dönem de Statik dersini bırakmıştı daha baştan. Hani şu ikinci sınıfların aldığı Statik dersini. Bunu düşününce güldü acı acı. Banka ayağını dayamış, cep telefonuyla oynuyordu. Mete’yi aramayı düşündü, sonra vazgeçti. Hande’nin yanındaysa zaten gitmek istemezdi, Hande’yi oldum olası sevememişti. Hande de kendini sevdirmek için bir şey yapmamıştı zaten.

 

Beyaz kabanlı kız banktan kalkıp bizimkinin arkasından geçti. Kalın bir vücudu vardı, arkadan toplanmış siyah saçı yuvarlak yüzünü daha çok belli ediyordu. Öyle suratına bakılacak bir şey değildi, güneyde gördüğü bir çok kızın yanında. Gerçi onların da çoğu makyaj harikasıydı.

 

Sınavlardan sonraki ilk boş günüydü bugün, yapacağı önemli bir şey yoktu. Sınav sonuçlarını beklemek de heyecanlı bir süreç değildi artık onun için. Sadece matematiğin sonucunu merak ediyordu ve kalması durumunda hocayla konuşmayı düşünüyordu, fazla faydasının olmayacağını bile bile. Sadece arkadaşları “Oğlum niye hocayla konuşmadın? Konuşsaydın geçirirdi seni” demesinler diye. Nasıl geçirecekti hoca, bu saçma sapan çan eğrisi sisteminde?

 

Güney meydana rektörlük binasının yanından çıktı. Birisiyle karşılaşmak istemiyordu bu saçı sakalı dağılmış haliyle. Çoğunlukla bu hale geziyordu ortalarda halbuki. Eskiden saçını yapmak için yarım saat daha erken kalkardı. Şimdi onu da bırakmıştı. Derse girmeye kararlıysa kırk dakika önce kalkıyor, on dakikada hazırlanıp çıkıyor, on dakika otobüs durağına yürüyordu. Şansı varsa yirmi dakikada derse ulaşıyordu ki, bu genelde başaramadığı bir şeydi. Derse girme hevesi de gidip geliyordu yol boyunca, on dakika falan geç kaldı mı sınıfa bile çıkmıyor, doğrudan kantine ya da steplere gidip oturuyordu.

 

Yokuştan kuzeye doğru çıkarken birkaç tanıdık yüzle karşılaştı. Ama selamlaşmadı onlarla, hatta görmezden geldi. Bunların arasında bir zamanlar muhabbet ettiği insanlar da vardı. Ama birkaç ay görmeyince herşey sıfırlanıyordu. Sonra birgün aynı ortamda bulunmaktan dolayı mecburen, “Ya, biz Serhat’ın doğumgününde tanışmıştık sanırım” şeklinde birkaç cümle sarfediliyor, sonra yine kopuluyordu.

 

Mühendislik binasının yanından geçerken, Akışkanlar Mekaniği dersinin notunu öğrenmeyi düşündü. Final daha belli olamazdı ama en azından ödev notlarını bilmek geçme-kalma konusunda bir fikir verebilirdi ona. Hocanın kapısında notlar asılı değildi. Asistanların odasına yöneldi. Tam o sırada dersin asistanı odadan çıkıyordu.

 

“Merhaba, akışkan ödev notlarını öğrenebilir miyim?” dedi saçları genç yaşta dökülmüş asistana.

“İsminiz neydi, listeden bakalım” diye karşılık verdi asistan. Bunun üzerine arkadaş ortamında hiç kullanmadığı ismini söyledi bizim genç mühendis adayı:

“Necasettin.”

 

Devam Edecek...

atom.gif

NOT FOR CHILDREN UNDER 17

Sir Vlad The Impaler'i takdimimdir...

vlad_pro.jpg

Hüküm sürdüğü dönemde, 40 ila 100 bin civarı insana iğrenç işkenceler çektirerekten 15. yüzyıla damgasını vuran nevi şahsına münhasır deli şahsiyet Kont Dracula (nam-ı değer Kazıklı Voyvoda), işte huzurlarınızda… Yeri geldiğinde kurbanlarının kanını içen, çokça da kazıklara oturtan bu vahşet abidesi; Vlad Dracula olarak da bilinmekte – ki bu, ‘şeytanın oğlu’ demek imiş…

Günümüzde bile birçok Romen vatandaşın gözünde çok çok iyi bir vatansever olarak kendine güzel bir yer edinen bu Romanya Prensi’ni; döneminden seriller sonra bazı aç gözlü kapitalist mihraklar figürleştirip, çılgın bi sanat eseri haline getirmiş…   

Velhasıl; FRP manyaa biri olarak da bendeniz; günler boyu yemedim içmedim ve gaptım bu figürlerden birini…

Şu anda, monitörümün sol tarafında 8 inç’lik bi ‘Vlad the Impaler’ durmakta… Necasettin’i bilmem ama, Serbülent’in kopacağından eminim. Seni barbar, seniii..! ;)

 

İlgilisine küçük bi not: “İstanbul, neden İstanbul..?” sorusuna bu iyi bi cevap sanırım - keza, İzmir’de yok böyle şeyler meselaa…

vlad_fig.jpg

Önemli Not: Figürün, çook daha detaylı ve güzel fotoğrafları için aşağıdaki link’i tıklayın… Adamlar yapmış hakkaten - tavsiye ediyorum, bakın bi..! :

http://www.spawn.com/toys/product.aspx?product=2125

atom.gif

BU OKUL BiTMEZ..!

Birinci Bölüm

Güney meydanın ortasından geçen yolda yürüyordu kahramanımız. Ellerini montunun içine çekmiş, beresini takmış, Hisarüstü’nün soğuk esintisine küfürler ede ede gidiyordu. Yine kötü geçen bir sınav, ama yine finallerin bitmesinden sonra gelen o garip rahatlık vardı içinde. Boşalan bir yay misali çılgınlar gibi eğlenmesi gerekiyordu şimdi, ama en fazla yapacağı 1. Yurt’ta bir kankanın odasına gidip muhabbet etmek, hava kararınca da manzarada bira içmekti. Taksim’e gidelim demezlerdi inşallah, para kalmamıştı çünkü.Yurdun kapısına gelince durdu. Birinci katta Serdar’a ya da üçüncü katta Mete’ye çıkacaktı, başka da kimse yoktu. Ön cephede yine koca koca afişler. Asmalı Konak dizisini oyuncularıyla Tea and Talk, Filanca klübünden sertifikalı Information Management vs. semineri. “Ya, bir kere gitsem mi acaba şunların birine?” diye geçirdi yine içinden. “Ulan mezun oluyoruz, saatli binadan adım atmadık içeri.” İlk sene ne kadar hevesliydi oysa, o klübe de gideceğim, bu klübe de, futbol takımına, o da olmadı basket takımına girdik mi tamam. N’olmuştu o hayaller? Bezginliğe, miskinliğe mi kurban gitmişti o kadar zaman?

bu_01.jpg

Melis geldi tam o sırada gülerek. Serdar’ın kız arkadaşı. Naber, nasılsın şeklinde kısa bir muhabbetten sonra “Nereye?” diye sordu güzel gözlü Melis’e. Serdar’ın yanınaydı tabii ki nereye olacak. “Ben de bi arkadaşı bekliyorum” dedi bizimki. Melis de yukarı çıkarken ona “İçerde beklesene, üşüyeceksin” dedi. Aman da ne kadar düşünceliydi bu Melis. Montunun cebine soktu elini, silgiyle kalem vardı cebinde. Zaten bütün sınavlara başka birşey götürmezdi. Bir kalem, bir silgi. Millet sınavdan önce arşivden soru anlatıyordu birbirine. Arşiv de almamıştı bu sefer. Ahmet’te olsaydı, belki ondan alır bakardı, ama Ahmet’te de yoktu. E, o zaman Allah Kerim deyip girdi sınava. Birşey yapamadı tabii.

 

Evet, Serdar seçeneği elendiğine göre, fazla düşünmeye gerek yok. Mete’ye çıktı. Odaya girdiğinde Mete yoktu. Öbür eleman yatıyordu yatağında, Mete’nin yeni oda arkadaşı. “Mete duşa indi, gelir şimdi” dedi, “Bekle biraz”. “Yok beklemiyim, başka yere uğrayacam” dedi ve çıktı. N’apacak şimdi? Sosyete kantine inecek. Bir çay alacak, öyle takılacak. Kantinde boş masa çoktur, finaller bitmek üzere, herkes gitmiştir. Çayını aldı, gitti en köşedeki masaya oturdu. Yan masadaki kürk yakalı kız, arkadaşına Norveç’e öğrenci değişimine gitme hikayesini anlatıyordu. Bizimki ise Tekirdağ-İstanbul arasındaki 3 saatlik yoldan başka gezi yapmamıştı son 4 senede. Sabah annesi arayıp “Ne gün geliyorsun?” diye sormuştu. “Finaller haftaya bitiyor” diye yalan atmıştı gene. Ne işi var Tekirdağ’da, küçücük evde.

bu_02.jpg

Saat 4, çayın yarısını içmeden kalktı. Odaya gittiğinde Mete yine yoktu, hayret birşey. Amma uzun yıkanıyor bu herif. Odadaki elemana gıcık olduğu için hiç konuşmadan Mete’nin dolabını açıp eski bir Leman buldu. Pencere açmıştı top sakallı bu soğukta, üstüne de yorganı çekmiş kitap okuyor. Bazı insanlara bir türlü ısınamıyordu, bu çocuk gibi, hatta bazılarına durup dururken nefret besliyordu, bölümdeki uzun boylu asistan mesela.  Ortamlardan kaçıyordu hep, dolayısıyla sadece 2-3 arkadaşı vardı. Mete ıslak saçlarla odaya girdi. Koşa koşa gitti, pencereyi kapadı. Sonra dönüp “Nasıl geçti lan?” diye sordu.

 

“Bir soru yaptım. Arşiv sormuş hep.”

“Oğlum, demedim mi sana hıyar?”

 

Ondan sonra arşiv alırdın almazdın, alıyorum bi kenarda duruyor, şeklinde her sınav sonrası yapılan geyikler. Konu kapansın diye bizimki sordu hemen:

 

“Senin kız nooldu?”

“Gelmedi ki klübe.”

“Oğlum, klübe gelmesini bekleme. Study’de hep görüyorum ben onu.”

“Ya tamam oğlum, planlarım var benim de.” dedi Mete. Saçını kuruladıktan sonra, “Özkan’ı arıyorum, gelirken bira alsın, sen ne istiyosun? diye sordu.

 

Devamı var...

atom.gif

atom.gif

KiM BU MiYENDiSLER..?

İsmet Niyazi Durak

foto-1.gif

Meraba, ben İsmet Niyazi...

Necasettin Bond

foto-2.jpg

Niyazi bir de sana şunu upload ediyorum: 3========D  Uygun bir yere koyarsın artık…

Serbülent Çibikli

foto-3.jpg

Güzellik kavramı üzerine sayfada çıkan bütün tartışmaları görünce arwen resminin buraya çok iyi oturduğuna karar vermiş bulunuyorum...

atom.gif